4 Ağustos 2011 Perşembe

Güneydoğu Anadolu

Sevgili internet,
Bildiğin gibi yakında arkadaşlarımla İran-Hindistan-Sri Lanka gezisi yapacağız. Bir de bizim 2 sene önce yazın Fevzican'la yaptığımız bir Güneydoğu gezisi varıdı. Bu gezi sırasında yaşadığım bir tecrübeden bahsetmek istiyorum. 21 yaşındayım. Okulumun 2. senesi bitmiş. Aynen Hindistan planımızda olduğu gibi, demirbaş yol arkadaşım Fevzican'ın heyecanla, yapmayı planladığı Güneydoğu gezisine dahil oldum ve döndüğümde terkedilmek üzere kız arkadaşımı da ardımda bırakarak ve birçok insanın, oha ne işiniz var Güneydoğu'da götünüzü keserler orada uyarılarına rağmen yola çıktık. Haydarpaşa'dan trene bineli yaklaşık 3 gün olmuş. 3 günün sonunda Elazığ'da trenden inmişiz. Oradan da otobüsle Diyarbakır'a gelmişiz. Uzun saçlarımız, garip kıyafetlerimiz, şaşkın ve biraz tırsak bakışlarımızla ve belki de o an koca şehirdeki tek turistler olma özelliğimizle, fazlasıyla dikkat çekiyoruz. Şahsen kendimi, düşman bir ülkeye gelmiş bir elçi gibi hissediyorum. Yolda yürürken, görüş alanına girdiğimiz hemen herkes ilgiyle bize bakıyor. Belki biraz abartıyor da olabilirim, gayet olağan karşılarcasına tepki gösterenlerin sayısı da azımsanacak nicelikte değildi. Böyle hissediyor olmamın sebebi aslında biraz benim gergin olmamdan da kaynaklanıyordu. Aslında Fevzican, asıl uzun saçlı olanın kendisi olmasına rağmen, bana göre kısmen daha rahattı. Diyarbakır'daki ilk günümüz, şehir merkezinde karnımızı doyurduktan sonra, asıl gezilmesi gereken yer olan Kaleiçi'ne geldik. Buranın mükemmel sokaklarında kaybolmuş gezerken, Fevzican'ın önerisiyle, tütün alacak biryer bulmaya koyulduk. Hem dinlenmek, hem tütün sormak amacıyla küçük, pasaj gibi biryerin içindeki bir çayocağına oturduk. İlk günümüz olduğundan, gerginliğimizi henüz üzerimizden atamamış, ilgiyle etrafı izliyoruz. Benim algılayışım dolayısıyla mı yoksa gerçekten mi öyle oldu, ya da gerginliğim yüzünden mi emin değilim ama yan masadaki, biraz yaşlıca, beyaz pala bıyıklı bir amcanın duruşunun dikleşip, bakışlarının sertleşmesi dikkatimi çekti. Neyse bu arada çay ocağının sahibi İsmet Abi, çok misafirperver ve babacan bir tavırla bizimle ilgilendi, çay, tasta su ikram etti, bize tütün ayarladı. Biraz oturduktan sonra, gezmek istediğimiz yerlerden bahsederken, bizi gezdirmeyi teklif etti, biz de kabul ettik. Böylece İsmet Abi rehberimiz oldu. Bi takım yerleri dolaştık, Kaleiçi denen yerin, ötesinde alabildiğine geniş bir yeşilliğin olduğu surlarının üstüne çıktık, manzaraya karşı oturduk. İsmet abi bize, oranın yerel sigarasından ikram etti. Beraber içtik, muhabbet ettik. O anlattı biz dinledik, biz anlattık o dinledi. Muhabbetimiz bitmiş, İsmet Abi'yle çay ocağına dönerken artık, evden uzaklara, el diyarlara gelmiş iki yabancı değil, oranın insanlarından farksız, hepsiyle kardeş, hepsiyle birdik. Yolda yürürken insanlar ilk fırsatta bize bakmıyor, baksa bile olağandışı birşey görmüşçesine değil, hergün gördükleri bir insanmışızcasına bakıyorlar. Oysaki, öncekiyle aynı dışgörünüşe sahip, aynı şortları giyen, aynı uzun saçlı insanlardık. Demek ki başlangıçta gördüğümüz yoğun ilgi dış görünüşümüzden kaynaklanmıyor, başka birşey olmalı diye düşündüm. Bunu enerji, elektrik gibi değişik şeylerle açıklamaya çabaladım. Neyse çay ocağına varıyoruz. Oraya ilk geldiğimizde oturan insanlar hala oradalar. İsmet Abi'yle beraber, gördüklerimizden etkilenmiş ve biraz da değişmiş olarak, içtiğimiz sigaranın da etkisiyle, suratımızda komik bir sırıtmayla geldiğimizi görüyorlar. İsmet Abi'yle selamlaşıp gülümseşiyorlar. İcabına bakmışsın çocukların :) der gibi bir anlama gelen, pek dile gelmeyen ama ne anlama geldiğini anlayabildiğimiz bir tür iletişim geçiyor aralarında. Oturuyoruz. Eve dönmüş gibi bir his var üzerimde. İsmet Abi çay koyuyor önümüze. Beyaz pala bıyıklı amcanın artık rahat oturuyor olduğunu ve yüzünde huzurlu bir tebessüm yattığını görüyorum. Hava kararmaya yaklaşıyor, Fevzican'la İsmet Abi'ye teşekkür edip, görüşürüz diyip kalkıyoruz, giderken beyaz pala bıyıklı amcaya başımı hafifçe eğerek selam veriyorum, o da aynı tebessümü bozmadan karşılık veriyor. Çay ocağından ayrılıp dolaşmaya devam ediyoruz. Yolda, hayatımız boyunca içtiğimiz en güzel limonatayı ve içinde birsürü buz ve bir koca demet taze nane atılmış ayran arabasından dünyanın en güzel ayranını içiyoruz. Üstelik bunlar çok ucuz. Artık hava iyice kararmış, yine sokaklarda rastgele dolaşırken, önünde çoluk çocuk kalabalık toplanmış bir düğün salonuna rastlıyoruz. İlgimizi çekiyo, bakıyoruz. Bi süre sonra içeriden bir adam geldi, tokalaştık, bizi içeri buyur etti. Sadece erkeklerden oluşan bir düğün vardı içeride. Oturduk, tatlı, kola falan ikram ettiler. Bizi içeri buyur eden adam yanımıza oturdu, muhabbet etmeye başladık, DTP Diyarbakır il başkanı olduğunu söyledi bize. Şimdi tam olarak bir elçi gibi hissediyordum. O anlattı biz dinledik, biz anlattık o dinledi. Sonra kalktım halaya katıldım. Sonra teşekkür edip oradan da ayrıldık, otelimize gidip uyuduk. Ertesi gün de Aşık Zülfi Yoldaş'la tanıştık, o bizi dergaha davet etti ve orada zikir çektik.
Sonunda biraz sıkılıp kısa kestim.
Hoşçakal







3 Ağustos 2011 Çarşamba

Güvercinlerin bir suçu yok

Sevgili internet,
Merhaba. Bu gece Berker'le, Burak'ta kaldık. Şu an o işte, biz hala evindeyiz, dün doğumgünüydü. Dünyanın en iyi doğumgünü partisi değildi ama olsun. Berker uyuyor, yine hayvan gibi sarhoş oldu. Gece film izliyorduk, ben ondan önce uyudum, uykumun arasında onun birtakım sarhoş eylemlerine tanık oldum. Burak'ın banyo penceresinin arkasında yaşayan güvercinlerin sesinden kıllanmış, kim var lan orda deyip küfrediyordu. Dövücem lan sizi diyordu. Kuş onlar dedim, Berker kuşları dövmeye gitti. Duşa çıktı, pencereye uzandı, kilidini açmaya çalıştı, açamadı, vurmaya başladı, bu arada hala güvercinlere olan nefretini ifade etmeye devam ediyordu, kilide defalarca yumruk attı, elini fena halde incitmiş olmalı. Bi süre sonra sıkılmış olacak ki vazgeçip banyodan çıktı. Daha sonra uykumun arasında sarhoş Berker'in, Burak'ın numarasının telefonumda kayıtlı olup olmadığını sorduğunu hatırlıyorum. Neyse daha sonra, mükemmel olayların gerçekleştiği, çok mutlu olduğum, ilginç ve çok güzel bir dünyadan, aslında rüya gördüğümü anladığım gerçek dünyaya geçiş yaptım. Rüyaya ne kadar tutunmaya çalıştıysam da ellerimin arasından kayıp gitti. Hemen rüyayı yazmaya koyuldum. Aylar önce yazdığım rüyalarımı hala hatırlayabiliyorum. Çok güzel bir rüya görürken, uyanıp gerçek olmadığını anladığımda çok üzülürüm, ama rüyada yaşamaya ve o müthiş anları ve duyguları canlı tutmaya en çok, onu yazarak devam edebilirim.
Burak'ın partisinden 3-4 gün önce, yine Burak'ın evinde kutladığımız bir de Berker'in doğumgünü partisi vardı ki OFF! 3 şişe jagermeister, 1 şişe tekila ve sayısız bira bitirdik. Uzun zamandır bu kadar eğlenmemiştim. Neyse bu kadar.
Haa bu arada, önceki yazımda, bana yanlış yapan bazı kişi ve kurumlardan bahsetmiştim. Onlar gibi bir yenisi daha geldi başıma; yabancı bir uçak bileti internet sitesinden, iran-shiraz bileti alacaktım, bu site, bilet başına küçük bir miktar komisyon alıyor kendine. Kredi kartı bilgilerini girip onayladım, bileti veremiyoruz bir hata oluştu gibisinden bir mesajla karşılaştım, bir kere daha almayı denedim, yine aynı şey oldu. Sonra bir baktım ki bu şerefsiz site her iki denemem için de bu ekstra komisyon ücretini almış, yani iki tane 96 TL ediyo bu da, ama bilet milet yok ortada. Lan dedim sen misin bunu bana yapan, hiç elimden kurtulabilir mi. Bi de sinirliyimdir, aksiyimdir hani. Dua etsin internet sitesi, yoksa elimden bi kaza çıkardı. E ben de mail attım adamlara, dedim bana yanlış yaptınız geri verin lan paramı. Adamlar yaptıkları hatayı anladılar, geri verdiler parayı. Bu olayı da böylece halletmiş oldum. Uçak biletlerini de internetten almamaya karar verdik. Neyse hadi görüşürüz.