7 Ekim 2011 Cuma

Nerdeyim lan ben!

Sevgili internet;
Ne zaman, nerede bilmiyorum ama çok garip şeyler yaşıyordum. Kim olduğumdan, ne yaptığımdan bile emin değilim, kimlerle olduğumu da bilmiyorum ve aslında hiçbirşey hatırlamıyorum da ama sonra birden kendimi karanlık bir odada yatıyor vaziyette buldum. Meğer uyuyormuşum ve uyanınca "Nerdeyim lan ben?" dedim. Güneş henüz doğmamış, biraz erken uyanmışım. İçinde buluduğum odayı biraz inceleyince hemen gerçekle burun buruna geldim; Doğru ya! Dün Sabiha Gökçen Havaalanına iniş yapmış, ülkeme dönmüştüm, babam beni havaalanından almış eve getirmişti, annemi, kardeşimi görmüştüm, akşam Yeliz, Fuat ve Derin bizdelerdi, onları da görmüştüm, akşam yorgunluktan uyuyakalmıştım ve babam beni kendi yatağına yatırmıştı. Onun odasındayım. Evdeyim. İstanbul'dayım... Okula gitmek için kendimi İstanbul denen bu şehre attım. İstanbul'da sokaklar ne kadar tenha, trafik ne kadar rahat, yerler ne kadar temiz. Ümraniye ne kadar nezih bir ilçe. İstanbul ne kadar güzel bir şehir. Türk kızları ne kadar güzel. Üsküdar - Kabataş motor yolculukları ne kadar da keyifli. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi ne kadar güzel bir okul... Okulda ne kadar güzel arkadaşlarım var... Okulun yemeği ne kadar lezzetli... Türk sanat tarihi ne kadar güzel bir ders...

5 Ekim 2011 Çarşamba

Hoscakal Kathmandu

Sevgili internet;
Su anda Kathmandu, Thamel'de bir internet cafedeyim, bu internet cafe daha once gittigim internet cafeye gore cok daha iyi. Bir pasajin icine, pasajin icindeki bir dukkana degil, pasajin icinde, koridora kurulmus, ama oyle pis, karanlik, dar biryer degil; genis, ferah, ustelik kalabalik ta degil. Bilgisayarlar ve internet gayet hizli, kullandigim usb card reader ise gayet duzgun calisiyor. Bir guzel yani da internet cafe isletmecisi bir bayan. Musterilerin hepsi de turist, bunun iyi yani onlarla ortak bir yanimizin olmasi ve yanimda oturan insanlarin ekranima bakmiyor olmalari. Kathmandu'nun ortasinda Thamel diye biryer var. Burasi butun otellerin oldugu, sehrin turistik yeri. Sokakta 2 dukkandan biri dagcilik malzemesi dukkani. Butun unlu dacilik malzemelerinin taklitlerini gayet kaliteli uretiyor ve cok ucuza satiyorlar. Onun disinda heryer tahta isciligi, otantik kiyafetler, kucuk tahta aparatini kenarinda gezdirince ses cikaran canak yani singing bowl ve mask dukkanlariyla dolu. Kathmandu' nun en iyi yanlarindan biri, burada hic sivrisinek yok.
En son konustugumuzda Varanasi'deydim. Oradan sonra, otobus sirketinin ayarladigi cok pis bir otelde gecirdigimiz bir gece ve 2 gun suren bir otobus, daha dogrusu minnibus yolculugunun sonunda Kathmandu'ya geldim. Varanasi'de, benim Lonely Planet sayesinde haberdar oldugum cok unlu bir lassi dukkani var, Blue Lassi. Simdiki isletmecinin dedesi acmis dukkani ve hala ayni gelenegi torunu devam ettiriyor. Orada kaldigim gunlerde lassilerinin tadina bakmis ve buyulenmistim. Varanasi'den ayrilmadan bir gun once, kaldigim otelin isletmecisinden, blue lassinin space lassi de yaptigini, hatta adinin bu yuzden blue lassi oldugunu ogrendim. O gun otele yerlesen Belcikali bir adam da karnini doyurmak icin disari cikiyordu, onu da kapip Blue Lassi shop a space lassiyi denemeye gittim. Bu sefer cikolata aromali istedim. Ayni mukemmel lassi lezzeti karsisinda buyulenirken, space lassiden pek bir etki beklemiyordum. Bu konuyu unutup, sabah cok erken uyanip Kathamandu otobusumun kalkacagi yere gitmek uzere, Belcikali adamla vedalasip, uyumaya odama gittim. Bikac saat sonra kitap okurken, beynimin cok hizli calismaya basladigini hissettim, cok acayip seyler oluyordu, ve anladim ki space lassi etkisini gostermeye baslamisti. Neyse ertesi sabah kafam hala ucuyorken ve kalkip onca yuku tasimaya mecalim yokken odami terkedip, yaklasik bir aydir Hindistan'da olmama ragmen daha once his gormedigim biryerde oldugum hissiyle ve sabahin korunde garip garip bakarak etrafi, insanlari izleyerek otobusumun kalkacagi yere yurumeye koyuldum. Oraya ulastigimda 9-10 tane turist, benim Kathmanduya gitmek uzere bekliyordu. 2 japon kiz, 1 japon cocuk, Hawai'de yasadigini soyleyen uzun boylu, orta yasli garip bir adam. Daha sonra arkadas olacagimiz Kathmandu'da ayni odayi paylasacagimiz Isvecli Magnus, bir Amerikali adam, 2 tane genc Myanmarli budist rahip ve bikac kisi daha... Neyse, otobus sirketinin ayarladigi otelde bize Kathmandu bir otel oneriyorlar burda kalmak ister misiniz diyorlar ve rezervasyon yapiyorlar. Rezervasyonla birlikte otele taksi servisi de var bu arada. Ilk gunumuz oldugu icin, Kathmandu'ya aksam varacagimiz ve cantalarimizla otel arayacak halimiz olmayacagi icin hepimiz teklifi kabul ediyoruz. Bize bu teklifi yaptiklari yer Hindistan-Nepal sinirinin 20-30 metre ilerisi, daha burada musteri kapma teskilati kurmus adamlar. Bu otelde geceyi gecirip 2. gun Kathmandu'ya dogru yol almaya basliyoruz. Minibusumuzun durdugu heryerde iceri girip yiyecek satan insanlar oluyor. En yaygini dikine ikiye bolunmus kocaman salatalik. Bir tane deniyorum, gayet lezzetli ve bir tanesi yaklasik 20 kurus. Yine boyle durdugumuz bir vakit, minibuse 4-5 yaslarinda cok sirin bir sokak cocugu giriyor. Benim yanima gelene kadar onumde oturan yolcularin sırayla yanlarina gidip ''biskut'' istiyor. Bu arada cocugun suratinda cok temiz ve guzel bir tebessum var ve cok sirin cocuk. Onumde oturan Japon kizlarla gulusuyorlar falan, onlardan birsey alamiyor ama susamis cocuk, onlarin su sisesinden, agzini degdirmeden biraz su iciyor. Sonra benim yanima geliyor. ''Biskut, biskut'' diyor bana. Siritiyorum ben, bu arada cok sirin cocuk, biskuvim olsa verirdim ama no biskut diyorum, o da suratinda, nasil anlatacagimi bilemedigim acayip iyimser bir ifadeyle ve acayip guzel bir gulumsemeyle once çenemden sonra da yanagimdan birer makas alip, arka koltuktaki insanlardan biskut istemeye gidiyor. Onlardan da birsey alamiyor ya da belki de almistir bilmiyorum, sonra cocuk minibusten cikmak uzere kapiya giderken tokalasiyoruz ve cocuk gidiyor. Neyse Kathmandu'ya variyoruz, rezervasyon yaptirdigimiz otelde Isvecli Magnus'la bana iki kisilik bir oda veriyorlar, burada bir gece kaldiktan sonra, otel isletmecisinin tum sinir bozucu israrlarini reddedip, benden biraz daha once Kathmandu'ya gelen yol arkadasim Cengiz' in tavsiye ettigi Cherry Guest House u bulmaya gidecegim. Magnus ta ucuz biryerler ariyor, beraber Cherry Guest House a gidiyoruz. Sinir bozucu olmayan, iyi insanlarin oldugu sirin biryer. Burada da sadece cift kisilik bos odalari var ve Magnus'la gayet guzel bir fiyata bu odaya yerlesiyoruz. Yerlesecegimiz odada kalanlar odadan cikmak icin hazirlaniyorlar, sonra da oda temizlenecek ve biz yerlesecegiz. Bu sirada koridorda beklerken otelin kitapligina Murat Coskunsoy diye birinin bagisladigi Nietzche'nin secilmis dusunceler kitabini karistirirken, orta yasli, uzun boylu, enerjik, cilgin, komik bir adam geliyor, bizim gibi, otele yeni gelmis ve bir odaya yerlesecek. Tanisiyoruz, icinde boyalarinin oldugu kocaman bir canta ve tuval sasesi tahtalari tasiyor. Ressam oldugunu ogreniyorum. Ben de resim bolumunde okudugumu soyluyorum. Neyse sonra bu adamla cok muhabbet ettik, adi Peter bu arada. Birbirimize eskizlerimizi gosterdik, bana bir parca tibet murekkebi hediye etti ve Camlin marka yagli boyalarini gosterdi. Cok guzel boyalar olduklarini soyledi ve bana da tavsiye etti. Katmandu'ya daha once de gelmis, yakinlarda bu boyadan satan biryer oldugunu soyledi ve ertesi gun o boyadan almaya gittik ama dukkani bulamadik. Indian yellow adli rengin cok guzel oldugunu ve inek cisinden uretildigini soyledi ve bana bir tup indian yellow ve bir tup te titanium white verdi. Ben de daha sonra ona cakimi verdim. Bana bircok hikaye anlatti. Macaristanliymis, orada guzel sanatlar fakutesinde okumus ama 85 yilinda isvece yerlesmis, 5 sene New York'ta yasamis. 2 sene kadar Hindistan'da yasamis. Ganj nehrini yuzerek gectigini soyledi ve Ganj nehrinin yaninda cirilciplak resim yaparkenki bir fotografini gosterdi. Hindistan'da kaldigi zamanlarda yakilan bir olunun resmini yapmis. New York' ta yasadigi donem, unlu bi sanatci olmadigi icin kafasi bozulmus, bir resmini post card olarak bastirip Museum of Modern Arts'in muzesinde, unlu resimlerin post cardlarinin arasina kendi bastirdigi post cardlarini gizlice koymus ve bunlardan 8 tanesi satilmis. Post cardin arkasinda da kendi adi, resmin adi, boyutlari, tarihi ve altinda Museum of Modern Arts yaziyor. Neyse dun sabah Everest'in yakinlarinda bir koye, Everest tepesinin resmini yapmak icin yaklasik 15 gun kalmaya gitti. Bu sabah ta Magnus Pokhara'ya gitti. Ve ben de sonunda evime donecegim. Bu aksam ucagim var.

Peter'in bana verdigi Tibet murekkebi
Terasimiz

Cherry Guest House terasimiz ve Peter

Otelimizin terasi

Swoyambu Nath'tan Kathmandu manzarasi

Burdaki turistik supermarkette filiz makarna satiyorlar

ve piyale hazir corba

Blue Lassi

Kathmandu fotograflari da bunlar iste. Burada hergun yagan muson yagmurlarinin anisina, kaydimi bir sarkiyla bitirmek istiyorum...

24 Eylül 2011 Cumartesi

Varanasi

Sevgili internet,
Udaipur'dan ayrildiktan sonra bir sonraki duragim olan Varanasi'ye gidebilmek icin zorunlu olarak, daha once 5 gun kaldigimiz Jaipur'da duraklamak zorunda kaldim. Cunku Udaipur'dan Varanasi'ye dogrudan tren yokmus. Olabilecek en erken tren biletlerini ayirtmama ragmen Jaipur'da iki gece gecirmek zorunda kaldim ve onceki gelisimizde konakladigimiz Blue King Guest House'da konakladim. Tekrar ayni yerde, bu sefer yoldaslarim olmadan kalmak garipti. Daha once onlarla beraber bira ictigimiz otelin terasinda yalniz bira ictim. Kaldigim iki gun boyunca cogunlukla odamda keman calistim. Neyse, bu sabah Varanasi'ye vardim. Yol boyunca muhabbet ettigim iki cok iyi Hindistanli adamla beraber trenden indik, istasyondan ciktiktan bi sure sonra vedalastik. Yine herzamanki inadimla, turist gorunce saldiran herkesi tersleyerek haritamda otellerin oldugu bolgeye dogru yurumeye koyuldum. Artik tiksindigim ve bir an once kacmak ve uzaklasmak istedigim Hindistan kalabaliginin, gurultusunun ve pisliginin en yogun oldugu sehirlerden birine geldigimi gordum. Lonely planet'tan sectigim oteli ararken, sokakta turistlere yol gostericilik yapmayi kendine yol edinmis gibi gorunen bir adam geldi, yardim ister misin Varanasi'yle ilgili herseyi biliyorum dedi. Once, ''No, thanks'' diyerek, refleks haline gelmis tepkimi verdim. Sonra baska turlu olmayacagini anladim ve bulmaya calistigim otelin ismini verdim. Adamin pesine takildim ve 5 dakika sonra aradigim otelin onundeydim. O adam olmasaydi da bulabilmek icin en az yarim saat harcardim sanirim cunku adama sormadan once yanlis yone gidiyormusum. Adamin beni iyi niyetle aradigim yere goturmesine ve para istememesine sasirdim ve sonra bu insanlara karsi biraz daha yumusadim. Neyse sonra cantalarimi otele biraktiktan sonra muzik enstrumani aramak icin disari ciktim ve Bengali Tola Road u ariyorken bi adam yanima yanasti, berber oldugunu soyledi, sakallarini duzelteyim mi dedi, yok dedim. Bu arada adam hazir yanima gelmisken hem yok istemez derken bi yandan da aradigim sokagi sordum. Surda murda derken, ayni zamanda masaj da yapiyorum falan dedi yok mok derken elimi aldi biseyler yapmaya basladi. Noluyo lan derken adam baya baya elime masaj yapmaya basladi ve baya da iyi geldi adamin yaptigi seyler. Sonra ayakustu elime masaj derken gel soyle kenara otur oldu o. Pasa pasa gittim oturdum ben de. Masajin boyutu gittikce artti ve ne oldu anlamadim ama kendimi Ganj nehrinin biraz yaninda, sokagin kenarinda yerde pis bi bezin uzerinde yuzukoyun yatarken buldum. Adam sirtima masaj yapmaya basladi, sonra bi an vucuduma masaj yapan ellerin sayisinda bir artis hissettim. Bu fazladan eller de bacaklarima ve ayaklarima masaj yapiyordu. Suphe, got korkusu, her turlu buna benzer karisik duyguyla, ulan noluyo lan a.k. derken bi yandan da masajin mayistirici etkisiyle koyun gibi yatmaya devam ediyorum. Bu arada olayin basindan beri masajin mayistirici etkisine karsi direnmeye calisan zavalli zihnim, param olmadigi ve veremeyecegim gibi seyler soyleyerek pacayi kurtarmaya calisiyor. Adam da masajin arasinda ok ok sen mutlu ben de mutlu olurum sorun degil az bisey verirsin gibisinden gonul calan laflar serpistiriveriyor aralara. 10 yildir, dunyanin heryerinden insana bu masaji yaptigini ve bu masajin ayurvedic masaj oldugunu soyluyor.Masajin sonlarina dogru 150 bana 150 arkadasima verirsin gibisinden birseyler diyor. Bu arada yok mok diyorum tabi. Evirip cevirip, vucudumu iyice yogurduktan sonra bir de oturtup omurgami iyice citlatiyor. Yaptigi hersey aslinda baya rahatlatici, icten ice sevindirik olurken insan, adamin talep ettigi fiyata razi olasi geliyo. Herbir miktar daha rahatlamayla gonlunden kopariyor istedigi parayi. Adamlarin taktigi bu tabi. Neyse sonunda istedigi fiyatin yarisindan biraz fazlasi gibi birsey verip yeniden dogmus bir sekilde kalkip uzaklasiyorum oradan. Simdilik Varanasi' de basima gelen en ilginc ve komik olay bu, tabi bir de Keman hocama bir dilruba aldim. Diyorum ve bu kaydimi yakin zaman once ayrildigimiz yol arkadaslarim ''yoldaslarim''la beraber Delhi'de cekindigimiz fotografla bitiriyorum. Gorusmek uzere...

19 Eylül 2011 Pazartesi

Yarin Udaipur'dan ayriliyorum





Sevgili internet,
Yarin Udaipur'dan ayrilacagim. Burada 4 gece kaldim ve zamanimin en buyuk kismini, icine girdigim an manzarasina ve terasina hayran kaldigim otelim Dream Heaven Guest House'un terasinda gecirdim, ve orada ne yaptim dersin, bu resimleri cizdim. Once yukaridakini, sonra da hizlica ondan kopya cekip bir de tonlusunu yaptim keceli kalemlerimle. Ilkini yaparkenki sabrima ben bile hayret ettim. 3 gun boyunca toplamda asagi yukari 7-8 saat boyunca bu resimle ugrastim. Ustelik a4 boyutunda. Ara sira sikilmama, ne ugrasiyosun ya ugrasilir mi bununla abi dememe ragmen bir guc beni devam etmeye zorladi ve bundan keyif bile aldim. Ama hergun terasa gelip, artik iyice sahiplendigim bu balkonumsu kosede gecirdigim vakit boyunca iyice kafa dinledim, vucut ve kafa olarak dinlendim. Ama bugun ne yaptim? Terasa sadece kahvalti icin ciktim ve sonra bisiklet kiralayip Udaipur'u gercekten gezmeye ciktim. Pichola Lake'in biraz kuzeyinde bir de Fateh Sagar Lake varmis. Onun etrafini dolastim. Cok guzel yerler gordum. Bu fotografta gordugun yer aslinda gol, ama yuzeyi tamamen bir tur bitkiyle kaplanmis ve arkadaki bina ise Sheraton Hotel. Gercekten cok klasti. Udaipur'a birdahaki gelisimde Sheraton Hotel'de kalabilecek kadar zengin biri olarak gelicem ve orada kalicam. Simdilik bu kadar. Yakinda gorusmek uzere hoscakal.

15 Eylül 2011 Perşembe

Ve yoldaşlar ayrılır...

Sevgili internet;
Su anda Hindistan'in Udaipur sehrindeyim, burayi cok begendim. Fevzican, Cengiz ve Su'yla yollarimizi ayirdiktan sonra yalniz geldigim ilk yer. Simdiye kadarki yorgunlugun ve gerginligin uzerine uzun bir sure de buradan ayrilmayi dusunmuyorum. Kafa dinlemek istiyorum, Hindistan cok yorucu bi ulke. Udaipur'da, aradigim huzuru bulabilecegimi dusunuyorum. Yalniz olmak d guzel. Yerlestigim otel, Udaipur'un meshur Pichola golunun hemen yaninda ve terasinin muhtesem bir manzarasi var. Lonely planet'taki en ucuz otellerin arasindan ozenle sectim bu oteli ve yolda, beni kendi otellerine almak isteyen onlarca israrci komisyoncu ve otel sahibine karsi inadimi korudum, bana yanasmaya calisan, birseyler teklif eden herkesi kabaca geri cevirdim ve Dream Heaven Hotel' i buldum. Resepsiyonu terasa kurmuslar, fiyat sormak icin yukari ciktigimda dibim dustu, en ucuz odanin geceliginin 300 rupi oldugunu ogrendim. Icten ice ''Ben burayi cok begendim, noolur bana bi oda verin'' demek istedim, ama Lonely planet'taki diger alternatifleri de gozden gecirmek icin, birkac yere daha bakip daha sonra geri gelebilecegimi soyledim ve ciktim. 7 saatlik uykusuz ve inanilmaz sarsintili bir otobus yolculugunun uzerine ve yaklasik 10-15 saatlik bir aclikla Udaipur halkina karsi en soguk tavrimla etrafta biraz dolastiktan sonra, ne yapacagini bilemez ve tukenmek uzere olan halimle sokagin ortasinda oylece durmus bekliyorken daha once de bir kere dukkaninin onunden gecerken reddettigim bir genc tekrar yanima gelip, odami ariyorsun ne ariyorsun gibi sorular sordu. Kendisine tekrar gecistirici cevaplar veriyordum, birsey aramadigimi sadece dolastigimi soyluyordum ki, kibarca gel birseyler ye dedi, ve o an pes ettim, adamin pesinden kuzu kuzu dukkana girdim. Cok ta iyi bi adammis, genc aslinda adam sayilmaz. Muzlu yogurtlu corn flakes yedim, su ictim, kendime geldim. Biraz muhabbet ettik, sevdim adami. Ressam bi arkadasinin oldugunu soyledi ve 2 dakika sonra o arkadasi geldi dukkana, tanistik, resim dukkani gibi birseyi varmis, neyse, otel bakindigimi soyledim. Birkac otel gosterdi, begenmedim, gonlum zaten Dream Heaven'daydi, gittim oraya yerlestim. Kiyafetlerimi yikadim' dus aldim ve internet cafeye geldim. Iste benim hikayem bu. Ve burdaki gunlerimin geri kalanini kafa dinleyerek, onceki gunlerdekinin aksine yavas bir tempoda dinlene dinlene gecirmeyi dusunuyorum. Ha bir de burada bisiklet kiralanabiliyormus, bazi gunler bisiklete binip etrafi dolasmayi dusunuyorum, cok guzel tepeler falan var etrafta. Hatta belki bir tane ucuzundan bisiklet satin alip onunla dolasip hatta Udaipur'dan ayrilacagim zaman bisikletle yakindaki baska bir sehre gidip orada bisikleti satip Nepal'e gecmeyi dusunuyorum. Ve simdi de simdiye kadar cizdigim resimlerden birkacini paylasmak istiyorum.



Isfahan'daki 5 kisilik dormitory odamiz


Jaipur'da, 5 gun kaldigimiz, inanilmaz ucuz ve cok guzel, cok sevdigimiz otelimiz ''Blue King Guest House''


ve onun tonlu versiyonu


Jaipur'da ilk kaldigimiz Jaipur Inn' deki odamiz


Fevzican'la kaldigimiz Mount Abu'daki otel odamiz


Fc'nin portresi, Persepolis'te




Tahran'da bir kafe ''Godot''


Tebriz'de bir sokak, Cengiz'in fotograflari tab ettirmesini beklerken


Tahran'daki otel odamiz


Isfahan'da yolcu kapan otobus sirketi elemanlari

4 Ağustos 2011 Perşembe

Güneydoğu Anadolu

Sevgili internet,
Bildiğin gibi yakında arkadaşlarımla İran-Hindistan-Sri Lanka gezisi yapacağız. Bir de bizim 2 sene önce yazın Fevzican'la yaptığımız bir Güneydoğu gezisi varıdı. Bu gezi sırasında yaşadığım bir tecrübeden bahsetmek istiyorum. 21 yaşındayım. Okulumun 2. senesi bitmiş. Aynen Hindistan planımızda olduğu gibi, demirbaş yol arkadaşım Fevzican'ın heyecanla, yapmayı planladığı Güneydoğu gezisine dahil oldum ve döndüğümde terkedilmek üzere kız arkadaşımı da ardımda bırakarak ve birçok insanın, oha ne işiniz var Güneydoğu'da götünüzü keserler orada uyarılarına rağmen yola çıktık. Haydarpaşa'dan trene bineli yaklaşık 3 gün olmuş. 3 günün sonunda Elazığ'da trenden inmişiz. Oradan da otobüsle Diyarbakır'a gelmişiz. Uzun saçlarımız, garip kıyafetlerimiz, şaşkın ve biraz tırsak bakışlarımızla ve belki de o an koca şehirdeki tek turistler olma özelliğimizle, fazlasıyla dikkat çekiyoruz. Şahsen kendimi, düşman bir ülkeye gelmiş bir elçi gibi hissediyorum. Yolda yürürken, görüş alanına girdiğimiz hemen herkes ilgiyle bize bakıyor. Belki biraz abartıyor da olabilirim, gayet olağan karşılarcasına tepki gösterenlerin sayısı da azımsanacak nicelikte değildi. Böyle hissediyor olmamın sebebi aslında biraz benim gergin olmamdan da kaynaklanıyordu. Aslında Fevzican, asıl uzun saçlı olanın kendisi olmasına rağmen, bana göre kısmen daha rahattı. Diyarbakır'daki ilk günümüz, şehir merkezinde karnımızı doyurduktan sonra, asıl gezilmesi gereken yer olan Kaleiçi'ne geldik. Buranın mükemmel sokaklarında kaybolmuş gezerken, Fevzican'ın önerisiyle, tütün alacak biryer bulmaya koyulduk. Hem dinlenmek, hem tütün sormak amacıyla küçük, pasaj gibi biryerin içindeki bir çayocağına oturduk. İlk günümüz olduğundan, gerginliğimizi henüz üzerimizden atamamış, ilgiyle etrafı izliyoruz. Benim algılayışım dolayısıyla mı yoksa gerçekten mi öyle oldu, ya da gerginliğim yüzünden mi emin değilim ama yan masadaki, biraz yaşlıca, beyaz pala bıyıklı bir amcanın duruşunun dikleşip, bakışlarının sertleşmesi dikkatimi çekti. Neyse bu arada çay ocağının sahibi İsmet Abi, çok misafirperver ve babacan bir tavırla bizimle ilgilendi, çay, tasta su ikram etti, bize tütün ayarladı. Biraz oturduktan sonra, gezmek istediğimiz yerlerden bahsederken, bizi gezdirmeyi teklif etti, biz de kabul ettik. Böylece İsmet Abi rehberimiz oldu. Bi takım yerleri dolaştık, Kaleiçi denen yerin, ötesinde alabildiğine geniş bir yeşilliğin olduğu surlarının üstüne çıktık, manzaraya karşı oturduk. İsmet abi bize, oranın yerel sigarasından ikram etti. Beraber içtik, muhabbet ettik. O anlattı biz dinledik, biz anlattık o dinledi. Muhabbetimiz bitmiş, İsmet Abi'yle çay ocağına dönerken artık, evden uzaklara, el diyarlara gelmiş iki yabancı değil, oranın insanlarından farksız, hepsiyle kardeş, hepsiyle birdik. Yolda yürürken insanlar ilk fırsatta bize bakmıyor, baksa bile olağandışı birşey görmüşçesine değil, hergün gördükleri bir insanmışızcasına bakıyorlar. Oysaki, öncekiyle aynı dışgörünüşe sahip, aynı şortları giyen, aynı uzun saçlı insanlardık. Demek ki başlangıçta gördüğümüz yoğun ilgi dış görünüşümüzden kaynaklanmıyor, başka birşey olmalı diye düşündüm. Bunu enerji, elektrik gibi değişik şeylerle açıklamaya çabaladım. Neyse çay ocağına varıyoruz. Oraya ilk geldiğimizde oturan insanlar hala oradalar. İsmet Abi'yle beraber, gördüklerimizden etkilenmiş ve biraz da değişmiş olarak, içtiğimiz sigaranın da etkisiyle, suratımızda komik bir sırıtmayla geldiğimizi görüyorlar. İsmet Abi'yle selamlaşıp gülümseşiyorlar. İcabına bakmışsın çocukların :) der gibi bir anlama gelen, pek dile gelmeyen ama ne anlama geldiğini anlayabildiğimiz bir tür iletişim geçiyor aralarında. Oturuyoruz. Eve dönmüş gibi bir his var üzerimde. İsmet Abi çay koyuyor önümüze. Beyaz pala bıyıklı amcanın artık rahat oturuyor olduğunu ve yüzünde huzurlu bir tebessüm yattığını görüyorum. Hava kararmaya yaklaşıyor, Fevzican'la İsmet Abi'ye teşekkür edip, görüşürüz diyip kalkıyoruz, giderken beyaz pala bıyıklı amcaya başımı hafifçe eğerek selam veriyorum, o da aynı tebessümü bozmadan karşılık veriyor. Çay ocağından ayrılıp dolaşmaya devam ediyoruz. Yolda, hayatımız boyunca içtiğimiz en güzel limonatayı ve içinde birsürü buz ve bir koca demet taze nane atılmış ayran arabasından dünyanın en güzel ayranını içiyoruz. Üstelik bunlar çok ucuz. Artık hava iyice kararmış, yine sokaklarda rastgele dolaşırken, önünde çoluk çocuk kalabalık toplanmış bir düğün salonuna rastlıyoruz. İlgimizi çekiyo, bakıyoruz. Bi süre sonra içeriden bir adam geldi, tokalaştık, bizi içeri buyur etti. Sadece erkeklerden oluşan bir düğün vardı içeride. Oturduk, tatlı, kola falan ikram ettiler. Bizi içeri buyur eden adam yanımıza oturdu, muhabbet etmeye başladık, DTP Diyarbakır il başkanı olduğunu söyledi bize. Şimdi tam olarak bir elçi gibi hissediyordum. O anlattı biz dinledik, biz anlattık o dinledi. Sonra kalktım halaya katıldım. Sonra teşekkür edip oradan da ayrıldık, otelimize gidip uyuduk. Ertesi gün de Aşık Zülfi Yoldaş'la tanıştık, o bizi dergaha davet etti ve orada zikir çektik.
Sonunda biraz sıkılıp kısa kestim.
Hoşçakal







3 Ağustos 2011 Çarşamba

Güvercinlerin bir suçu yok

Sevgili internet,
Merhaba. Bu gece Berker'le, Burak'ta kaldık. Şu an o işte, biz hala evindeyiz, dün doğumgünüydü. Dünyanın en iyi doğumgünü partisi değildi ama olsun. Berker uyuyor, yine hayvan gibi sarhoş oldu. Gece film izliyorduk, ben ondan önce uyudum, uykumun arasında onun birtakım sarhoş eylemlerine tanık oldum. Burak'ın banyo penceresinin arkasında yaşayan güvercinlerin sesinden kıllanmış, kim var lan orda deyip küfrediyordu. Dövücem lan sizi diyordu. Kuş onlar dedim, Berker kuşları dövmeye gitti. Duşa çıktı, pencereye uzandı, kilidini açmaya çalıştı, açamadı, vurmaya başladı, bu arada hala güvercinlere olan nefretini ifade etmeye devam ediyordu, kilide defalarca yumruk attı, elini fena halde incitmiş olmalı. Bi süre sonra sıkılmış olacak ki vazgeçip banyodan çıktı. Daha sonra uykumun arasında sarhoş Berker'in, Burak'ın numarasının telefonumda kayıtlı olup olmadığını sorduğunu hatırlıyorum. Neyse daha sonra, mükemmel olayların gerçekleştiği, çok mutlu olduğum, ilginç ve çok güzel bir dünyadan, aslında rüya gördüğümü anladığım gerçek dünyaya geçiş yaptım. Rüyaya ne kadar tutunmaya çalıştıysam da ellerimin arasından kayıp gitti. Hemen rüyayı yazmaya koyuldum. Aylar önce yazdığım rüyalarımı hala hatırlayabiliyorum. Çok güzel bir rüya görürken, uyanıp gerçek olmadığını anladığımda çok üzülürüm, ama rüyada yaşamaya ve o müthiş anları ve duyguları canlı tutmaya en çok, onu yazarak devam edebilirim.
Burak'ın partisinden 3-4 gün önce, yine Burak'ın evinde kutladığımız bir de Berker'in doğumgünü partisi vardı ki OFF! 3 şişe jagermeister, 1 şişe tekila ve sayısız bira bitirdik. Uzun zamandır bu kadar eğlenmemiştim. Neyse bu kadar.
Haa bu arada, önceki yazımda, bana yanlış yapan bazı kişi ve kurumlardan bahsetmiştim. Onlar gibi bir yenisi daha geldi başıma; yabancı bir uçak bileti internet sitesinden, iran-shiraz bileti alacaktım, bu site, bilet başına küçük bir miktar komisyon alıyor kendine. Kredi kartı bilgilerini girip onayladım, bileti veremiyoruz bir hata oluştu gibisinden bir mesajla karşılaştım, bir kere daha almayı denedim, yine aynı şey oldu. Sonra bir baktım ki bu şerefsiz site her iki denemem için de bu ekstra komisyon ücretini almış, yani iki tane 96 TL ediyo bu da, ama bilet milet yok ortada. Lan dedim sen misin bunu bana yapan, hiç elimden kurtulabilir mi. Bi de sinirliyimdir, aksiyimdir hani. Dua etsin internet sitesi, yoksa elimden bi kaza çıkardı. E ben de mail attım adamlara, dedim bana yanlış yaptınız geri verin lan paramı. Adamlar yaptıkları hatayı anladılar, geri verdiler parayı. Bu olayı da böylece halletmiş oldum. Uçak biletlerini de internetten almamaya karar verdik. Neyse hadi görüşürüz.

11 Temmuz 2011 Pazartesi

Hayat zor ya

Sevgili internet,
Hayat yine zorluklarıyla, dertleriyle canımı sıkmaya devam ediyor, bunalıyorum yani yaa. Geçen, 29 tl sabit ücretli olan faturalı turkcell hattıma, birkaç saatlik bir internet kullanımı yüzünden 81 tl fatura gelmiş, zıvanadan çıktım. E aradım tabi turkcell i itiraz ettim, geçen perşembe günü. Bugün de pazartesi, bana döneceklerini söylemişlerdi, hala bişey yok, lan dedim arayayım şunları, telefonu kaptığım gibi tuşladım müşteri hizmetlerini, dedim böyle böyle, bana yanlış yaptınız dedim. Kızcağız da işte beyefendi özür dileriz falan 40 lira 48 saat içinde faturanızdan düşülecektir dedi. E sevindim tabi, oh be nası bi rahatlama geldi bana var ya. Mutlu oldum. E teşekkür ettim tabi kızcağıza, kapattım.
Bi de bizim evin son kez yani 3. kez ilaçlanmasında da, şimdi bu adamlar Alman ilaçlama diye bi şirket tamam mı. İlk ilaçlamayı başka bi şirkete yaptırmştık. Son ikisini alman yaptı. Ve demişlerdi ki eğer böcekler ölmezse 2. kez gelişimizde para almıyoruz dediler. İyi dedim sevindim, 2 kez ilaçlattırırım ben bunlara dedim, hem iyice garanti olur dedim. Sevindim çünkü ilk şirketi,ilaçlamadan sonra böceklerin ölmemesi şikayetiyle geri aradığımızda bi kez daha ilaçlama için ekstra ücret isteyeceklerini söylemişlerdi. Neyse Alman ilaçlama şirketini 2. kez ilaçlama için tekrar çağırdım, adam geldi, servis ücreti alıcaz demez mi bana... Dedim yok... Ulan adama bak buldun enayiyi yolucan di mi, yok yaa sen kimi dolandırdığını sanıyosun lan! Hök mök derken ne yaptım ettim vermedim tabi parayı yolladım adamı. Tabi yaa kolay mı öyle... İşte ben de böyle baya bi hakkını savunan falan bi adam oldum, eskiden hiç böyle değildim baya pısırıktım. Şimdi var ya kodum mu oturturum anasını satıyım. Aanadın mı...
Haa bi de tabi kafamı kurcalayıp bana sıkıntı veren bi takım şeyler de, animasyon yapmamam ve bu yüzden kendimi suçlu hissetmem ve yakın gelecekle ilgili biçok planın olması ve bunların organize edilmeleri gerekliliği ve spontane yaşama olanağımı kısıtlamaları -bunların listesi de söyle: iran - hindistan uçak bileti almam lazım, hindistan vizesi almam lazım, Ayvalık'a teyzemlerin yanına gidicez. Bodrum'a Suat abinin atölyesine, arkadaşlarımla yapacağım, baya uzun zaman önceden yapılmış bi tatil planımız var ve bunların hepsi Hindistan için yola çıkmadan önce yapılmalı. Tabi belki bu dertlerim biraz komik görünüyor olabilir. Benim dertlerimi okuyacak olsa "lan bi siktirgit" diyecek çoğu insanın çektiği; geçim sıkıntısı, açlık gibi, gerçek dertlerin yanında çok aristokrat kalabilir ama bunları yazıp, kafamı kurcalayarak yaşam kalitemi düşürmelerini engellemek istediğim şey.
Keman çalışıyorum bu aralar baya, bi de Sofie'nin dünyasını okuyorum, öyle işte. beni dinlediğin için sağol, yazımı güzel bi şarkıyla bitirmek istiyorum. Görüşürüz...

7 Temmuz 2011 Perşembe

Fevzican uyurken sıkıldım


Sevgili internet;
Şu anda Fevzicanlardayım. Fevzicanın, odasını betimleme amacıyla çizmiş olduğu yandaki resimde, şu kırmızı masanın başında, laptopunun karşısında oturmaktayım. Fevzican uyuyor. Yarın sabah derse gidecek. Ben de onunla, okuluna gideceğim. Akşam da keman dersim var. O kadar.

2 Temmuz 2011 Cumartesi

Rota

Sevgili internet;
Merhaba, arkadaşım Fevzican özlem pansiyon'dan 600 eu seyahat bursu kazandı, ben de babamdan bi seyahat bursu kazandım ve Fevzican'ın, bursa başvurmadan önce planlamış olduğu; İran, Hindistan vs. Vietnam'a kadar olan gezi planına dahil oldum. Geziyle ilgili, daha çok Fevzicanı'ın yapmakta olduğu araştırmalarımız dahilinde, Fevzican'ın bana verdiği bir görev üzerine, araştırma konum olan, gezmeyi planladığımız ülkelerin hangilerinin vize isteyip istemediği ve hangilerinin vizesinin sınır kapısından alınabileceği üzerine bir görsel tablo hazırladım. Buyur;

Bu ülkelerden hangilerini gezeceğimizi bile aslında henüz kararlaştırmadık, mesela Sri Lanka planda yoktu, onu da yeni dahil ettik, daha birçok araştırma yapacağızdır. Ha bi de Fevzican'ın okuldan bi arkadaşı da gelicekmiş sanırım bizimle, buyursun o da gelsin. 3 kişi daha da güzel olur.
Öyle işte, onun dışında hayatım güzel, evi 3. kez ilaçlattık, sanırım tahta kurularından kurtulduk. Keman çalışıyorum, kendimi geliştiriyorum, çok güzel... Animasyonu boşladım, fazla yapmıyorum ama yaparım ya. Resim de pek yapmıyorum ama onu da yaparım. FRP grubumdan atıldım. Çıkmak istiyordum çünkü her haftanın pazar gününü bu oyuna ayırma commitmentını üstlenmek istemedim, ara sıra spontane olarak yapılan bişey olsa tamam ama böylesi bi bağlılık bana göre değil. İsteksizliğim ve oyunlara geç gelmelerim yüzünden, son oyunda beni bekliyorlarken! kapalı oylama yapıp 3'e 1 oyla beni atmışlar, evet atmışlar. Zaten çıkmak istiyordum ben de aman. Neyse işte öyle, tekrar yazacak bişeyler olduğunda, yakında görüşürüz...

5 Haziran 2011 Pazar

Taverns

Sevgili internet;
Bugün; arkadaşlarım Alican, Burak, Özgü ve Erdal ile hayatımda ilk defa frp oynadım. Tanklık görevi bana düşmüştü, warlord yaptılar beni. Burak wizard, Özgü invoker, Ali Can monk, Erdal ise DM'lik yapıyor. Oyun sırasında, hanlarda tavernalarda geçen bölümlerde, çeşitli oyunlardan veya filmlerden fantastik müzikler dinledik, ben büyük bir istekle, çok sevdiğim World of Warcraft "tavern" müziğini açtırdım, çok ta güzel oldu.
Frp oynadığım için kendimi biraz geek hissediyorum, aslında gereksiz ve saçma bir his ama baya eğlenceli bir aktivite. Özgü ile, gruptaki resim öğrencileri olarak oyunumuzun hikayesiyle ilgili resimler yapmak gibi de bir; görev demeyeyim, rol edindik. Ben resimle kalmayıp animasyon da yapmayı düşünüyorum. Her zaman yapmayı istediğim; birkaç kişilik macera arkadaşlarının görev öncesinde yanyana yürüyorlarken karşıdan slow motion görüntülerini bir sahnemde kullanmak istiyorum. Yaparsam tabii burada da paylaşacağımdır hemen. Ayrıca birşeyler paylaşmaya başlıyorken önceden yapmış olduğum ve yapacağım birçok şeyi de burada paylaşmak istiyorum. Yakında görüşmek üzere.

4 Haziran 2011 Cumartesi

Vampirizm

Sevgili internet;
Çok pis böceklendim, yatağım tahta kurusu böcekleriyle doldu. Ağzıma sıçtılar, hayatı bana zindan ettiler, kaşınmaktan, uykusuzluktan, kan kaybından ölebilirim. Hayvan gibi bi temizlik yaptım, heryere böcek ilacı sıktım, gördüğüm bütün böcekleri öldürdüğümü sandım, yepyeni çarşaflı,pikeli, yastık kılıflı, tertemiz yatağıma, nefis bir uyku çekmek için girdim, ve bu sabahın altısında tekrar aynı kaşıntılarla ve yatağın üstünde gezinen birkaç tahta kurusuyla uyandım. Tabi ben bu böceğin adının tahta kurusu olduğunu, yataktan bu vaziyette kalktıktan sonra internette yaptığım büyük araştırma sırasında öğrendim. Hiç kan emmeden, beslenmeden 550 gün hayatta kalabiliyorlarmış. Gece biz uyuyorken her nerede saklanıyorlarsa oradan çıkıp üstümüzde gezinip ağzındaki 2 borusunu derimize sokuyor, birisiyle uyuşturuyor, diğeriyle kan emiyorlarmış. Bi kereyle de kalmıyorlarmış, 5-6 farklı yerden kanımızı emmedikçe doymuyorlarmış ve vücut ağırlıklarının 3 katı kadar kan emebiliyorlarmış.

22 Mayıs 2011 Pazar

Gece

Sevgili internet,
Şu anda gece saat 2, arkadaşım Fevzican uyudu, ben de dota oynuyodum, karşıya 5 tane bot koydum ben tek, troll vardı bende de 57 kill falan aldım, yendim, sonra sıkıldım, şimdi biraz acıktım gibi ama kalkmaya üşeniyorum, dota oynamadan önce Fevzican'la Clerks izlemiştik, sonra da onun soundtrack ini indirmiştim, şimdi de onu dinliyorum, keyfim yerinde gibi, ama gecenin ortasında, herkesin uyuduğu, kendi başıma kalakadığım şu boşluk anları, huzursuzlukla karışık garip bir keyif hissi yaratıyor. Clerks soundtrack inden şu anda dinlemekte olduğum Got me wrong şarkısını seninle paylaşmak istedim internet;

Tamamdır,
böylece blog sayfamda youtube videosu paylaşmayı da öğrenmiş oldum.
Ayrıca bugün Fevzican'la This is England diye bi film daha izledik, çok güzeldi.

30 Nisan 2011 Cumartesi

Animasyon yaptım

Sevgili internet;
Bugün aile evine geldim, beleş yemek yedim falan, sonra akşam oldu herkes uyudu, ben de animasyon yapmaya başladım, saç eklemeyi de düşünüyorum, saçlı halini de koyarım bitince.